Bundan 10 yıl önce başlayan belki öngörülemeyen belki de mecbur kaldığımız için sonuçlarına katlamamız gereken bir sürecin içerisindeyiz. Türkiye sınırlarından hiçbir yasal ve hukuki dayanağı olmadan geçen düzensiz göçmenler ülkede ciddi bir güvenlik sorunu oluşturmaya başladı.
ABD ile Türk halkından gizli yapıldığı iddia edilen göç anlaşması, AB fonlarıyla doğu sınırında imha edilen 20 bin mayın; sonrasında elini kolunu sallaya sallaya ülkeye giren çoğu 18-30 yaş arasındaki genç adamlar, daha fenası çeşitli suçlara karışmaya başlamaları ve isyan etmek üzere olan Türk milleti…
Gelinen noktanın özeti şu:
Türkiye oldukça sancılı bir sürecin içerisinde uçuruma doğru freni patlamış bir kamyon gibi ilerliyor. Şimdi süreç nasıl başlamıştı onu kısaca hatırlayalım. Sonra da İstanbul’da mülteci ve düzensiz göçmenlerin önlemler alınmazsa nelere yol açabileceğini konuşalım.

Hatay’ın Yayladağı ilçesinden 252 Suriyelinin Türkiye’ye girişi ile başlayan göç dalgasının onuncu yılındayız. Suriye’de 2011 yılı mart ayında Dera kentinde Arap Baharı’ndan etkilenen demokrasi yanlısı gösteriler başladı. Hükümetin demokrasi yanlısı gösterilere müdahale etmesi, ülke çapında Beşar Esad’ın istifa etmesine yönelik protestoların patlak vermesine sebep oldu

Ortaya çıkan istikrarsızlık Suriyelileri güvenli bölgeler arayışı içinde zorunlu göçe maruz bıraktı. Bu zorunlu göçler hem ülke içerisindeki değişik bölgelere hem de ülke dışına yönelik olarak gerçekleşti. Halen devam eden, ve ne kadar devam edeceği de kestirilemeyen bu göçler hem Suriye içerisinde hem de Suriye’ye komşu ülkelerde sosyal, ekonomik ve siyasi birçok soruna neden olmakta.

Bir de Afganistan’daki durum var. Aslında Afganların sınır geçişleri 3 yıldır zaten epey artmıştı. Bunun nedeni ABD ve NATO’nun işgal ettiği Afganistan’dan 20 yıl sonra çekilmesi, Taliban’ın ele geçirdiği bölgelerin sayısının artması ve İran’ın sınır hattında daha sert politikalar izlemesi.

Bugün ülkemizde Suriyeli, Afganistanlı, Pakistanlı, Bangladeşli, Afrikalı 8 milyona yakın kaçak göçmen var. Bu kadar yükü artık kaldıramadığımız kesin.

Türkiye kendi ülkelerinin yöneticileri tarafından zulme uğradıkları gerekçesiyle bu insanlara kapısını sonuna kadar açtı. Bu gerçek gerekçe midir yoksa zorunluluklarımız mı vardı? Tartışılır! İlk etapta göçmenlerin ülke içerisindeki ikametlerine ve çalışmalarına, yasal mevzuat askıya alınarak, herhangi bir sorun çıkarılmadı, önemli bir bölümü kurulan barınma merkezlerine yerleştirildi, sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gibi hizmetler ücretsiz olarak sağlandı. Türkiye geçici misafirlerine gerçekten iyi baktı ama artık durum amacının dışına çıkmaya ve önemli sorunlar doğurmaya başladı

Gelelim İstanbul’daki duruma
Aslında genel hatlarıyla konu ülke genelinde nasılsa İstanbul’da da öyle. Halk endişeli ve o kadar yıl geçmesine rağmen göçmenlerle İstanbullular bir türlü bütünleşemiyor. Bu tehlikeli bir durum zira İstanbul’da bulunan göçmen ve mülteci sayısı hiç de az değil.

Böylesi büyük bir göçmen grubun topluma uyumsuz olmasının maliyeti, uyum ve çözüm için harcanacak kaynakların maliyetinden çok daha yüksek olabilir. Korkarım ki çok yakında gettolaşmadan daha sık bahsedeceğiz ve bunun hiçbir zaman iyi sonuçlar doğurmadığını biliyoruz.

Nedir Gettolaşma?
“Gettolaşma” kent içinde Sosyo-mekânsal Sürgün Yerleri olarak tanımlanabilir. Yani bir kentin, herhangi bir azınlık kümesince kendiliğinden yerleşilen kesimi. Şiddet ile yaftalanan, emek piyasasından dışlanan, sistemle sorunlu ilişkisi olan bu sürgün yerleri kentsel bir oluşum olarak apaçık karşımızda durmakta.

Geçici misafir olarak ülkemize giren mülteci ve göçmenler gitmek istemiyor. 2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan İstanbul Göç Araştırmasını yorumlarsak bırakın gitmeyi şartların biraz daha iyileştirilmesinden yana fikir bile belirtmişler.

GÖÇ İDARESİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Türk Kültürü ve Sosyal Yaşam Rehberi olarak mülteci ve göçmenlere bazı broşürler veriyor.
Broşürde halka açık tuvaletlerin temiz bırakılması gerektiğinden, iletişim kurarken “lütfen, teşekkür ederim” gibi nezaket ifadelerini kullanma gerekliliğine kadar pek çok ince nüans yazılmış.

Mülteci ve göçmenlerin Fatih, Bağcılar, Esenyurt gibi yoğun olduğu bölgelerde hem de yaklaşık 10 yıldır yaşamalarına rağmen, Türklerle temaslarının halen çok pasif düzeyde seyretmesi önemli bir problem.
Yerel yönetimler de bu konuyla ilgili bazı uygulamalar ve projeler üretiyor
Bu yılın başında Fatih ve Esenyurt ilçelerinde yabancılar tarafından ikamet izni amacıyla yapılacak başvurulara “sınırlama” getirildi. Hatta bu belediyeler davullu zurnalı törenle ilçelerinden mülteci ve göçmenleri ülkelerine gönderme kampanyaları düzenlendi. Sonuçta 1milyon kişide yaklaşık 2 bin kişi gitti. Çok etkili olamadı.

Birbirine alışamayan, içten içe bilenen biri yerli diğeri dışlanmış iki topluluktan ve gettolaşma tehlikesinden bahsediyoruz. Ankara Altındağ olayları bize çok önemli bir uyarıydı. Son dönemde yaşanan doğal afetler, salgın, ekonomik kriz üzerine bir de güvenlik tehdidi, tüm ülkede olduğu gibi İstanbulluların da hayatını kabusa çevirdi. Konu ve insanlar provoke edilmeye çok müsait. Bu şekilde sokak olayları patlak verebilir. Provokasyonların önüne geçilmeli ama halkın güvenlik kaygıları da giderilmeli. İvedilikle somut önemler alınmalı. Göçmenlerin ucuza çalışmaları pek çok kişinin işsiz kalmasına neden oluyor. Kültürel uyum sorunu sıkıntı yaratıyor diğer önemli problem kadınları taciz etme eğilimleri… Açıkcası nereden tutsak elimizde kalıyor.

Şu çok belli ki bugün akın akın ülkemize giren mültecilerin çoğu İstanbul’a gelecek. Misafir oldukları, kısa süre sonra geri dönmeleri gerektiği asla unutturulmamalı. Eğitim, sağlık gibi konularda verilen imtiyazlar son bulmalı ve derhal ülkelerindeki yetkililerle mültecilerin dönüşleri için görüşmelere başlanmalı. Can güvenlikleri sağlandıktan sonra acilen geri gönderilmeliler. İstanbullular atılan her adımda bilgilendirilmeli. Süreç çok iyi yönetilmeli.
Böyle giderse neler olabileceğini tahmin etmek zor değil ve bunu hiç istemiyoruz.
